Kestel'in Zümrüdü; Alaçam
“Doğa, onu görebilen gözlere aittir.” diyor Emerson. Ruhunu, her iklim değişen halini, serencamını fark edene açar şefkatli kollarını. Hayatının akışına saygı duyanı katıverir yüce benliğine. Ancak bundan sonra başlar, doğa ile olan dostluğumuz.
Bu hafta, hikayesi çok uzun yollarda yazılmış Alaçam köyü ile Deliçay'ın yürek coşkusu Alaçam şelalesindeyiz. Bursa’ya 29, Kestel'e 7 km mesafede, 1880’de Artvin Murgul'dan göçenlerin kurduğu bir köy Alaçam. Önceleri “Teşvikiye” dense de yerleşim tamam olunca, etrafını çevreleyen çam ormanına atfen adı değişmiş. Yeşilin hüküm sürdüğü bu topraklar bereketini; suya şifa, ağaca meyve, insana tebessüm olarak bahşetmiş. Uludağ'ın göz bebeği zirve göllerine çıkan yol üzerine inşa edilmiş olan köy, bir nevi dağın bu yakasının kale burcudur. Yüzlerce yıldır kök saldığı vadinin emanetine hakkıyla sahip çıkmasının mükâfatını; sonsuzluk iksiri sular, hayat fışkıran topraklar, her daim umut kaynağı ormanlar, gönle şifa bir hava olarak almaya hak kazanmış.2300 metreden doğan Deliçay’ın en kuvvetli kollarından biri, köyün yanağından buse alıp akıyor. Bu akarsu üzerinde kurulu 5 alabalık tesisi, dağın soğuk sularında beslenip serpilen balıklarla lezzet şöleni vadediyor. Köyün dış yakasında yer alan Dombayçukuru yaylası, ak duvağıyla cazibeli, taş bağırlı cüssesinde heybet kumaşından peleriniyle onurlu dağa karşı,ormanın gamzesi olarak sefa sürüyor.
Köyün girişinden başlayıp 1800 metrelere kadar uzanan arazilerde yetişen, gül rengi noktaların zarafeti bezeli yüzüyle ahududu, en önemli geçim kaynağı. Adındaki “ceylan” anlamına gelen “ahû”, dut ile birleşip bu lezzetin adı olmuş. Bence bu isim, Anadolu insanının hayatı tanımlarken gösterdiği inceliğin zarif bir örneği. Ahududu üretiminin fazlalaşması ile de köyün hem geliri hem de tanınırlığı artmış. Ziyaret edeceklerin kahvaltılarını köyde yapmalarını, damak şöleni reçelini tatmalarını tavsiye ederim. Kahvenin yanında ikram edilen ahududu şerbeti ise tam anlamıyla ezber bozuyor.
Dağın doruğundan doğup, kar sularının gücüyle gürleyip coşan Deliçay, cömert yanını Alaçam'a lütfetmiş. Dokunduğu her karışa can suyu olan bu çay, sonunda köyün 2 km uzağında gösterisinin en hayret vericisini sunuyor. 10 metre yükseklikten ak kelebekler misali süzülen suyun resitali, önce hilal şeklindeki koyağa neşe veriyor, ardından açılmış avuçlarında birikip sükûnete eriyor. Sırtınızı yaşlı köknar gövdesine dayayıp asırlardır akıp durduğu yatağında hür kısraklar gibi dört nala koşan suyun sesine, görüntüsüne karışmak ise, bütün siyahları maviye boyayan huzurla dolmak demek.
İnsanoğlunun kendini, kentlerin beton zindanlarına hapsettiği modern çağ, bedene konfor vadederken ruha azap olacak sonuçlarından bahsetmedi. Yaratılıştan genetiğimize kodlanan özelliklerimiz bu hengamede yavaş yavaş ya kayboldu ya da rahatsız edici bir ura dönüştü. Yeni çağın, doğaya savaşı da bu andan sonra başladı. Oysaki onunla bir olunca bildik kendimizi, onunla yaşarken keşfettik meziyetlerimizi, onunla nefes aldık, suya kandık, doyduk. O kendisine bahşedileni gizlemedi, aksine her zaman paylaşmaya hazır bekledi. Fakat biz şükretmeyi unuttuk. Şimdiyse, yaşamdan yeniden keyif almak, kendimizi bulmak için doğaya dönme zamanı. O buna hazır, ya biz..?
Doğayla dost olun, takipte kalın. @mavikedi35
Arif Kevenoğlu
Yazarımıza sponsor olan Ova Servis Taşımacılığı'na teşekkür ediyoruz...