Mustafa Kemalpaşa'nın Hafızası; Alpagut (Çan Deresi)
Mustafa Kemalpaşa'nın Hafızası; Alpagut (Çan Deresi)

Mustafa Kemalpaşa'nın Hafızası; Alpagut (Çan Deresi)

Tabiatın her yaprağında derin yazılar olan biricik kitaptır, der Goethe. Diline hâkim olana efsunlu hikayeler anlatır o. Güzelliğin tanımını sil baştan yeniden yapar. Tatmanın kıymetini suda, görmenin hikmetini yeşilinde, duymanın şükrünü sesinde lütfeder insanoğluna. Fark edene, hissedene ne mutlu...

Bu hafta MustafaKemalPaşa'ya bağlı, tarihin sessiz tanığı Alpagut köyündeyim. Bizans'ın Dandaenoi namıyla andığı bu yerleşim, Konstantinopolis'i Anadolu'ya bağlayan meşhur ipek yolu üzerine kurulmuş. Etrafını çevreleyen yüksek tepelerin kuytusunda, yolcularına hem sığınak hem de emin bir belde olmuş. Burada olmamın asıl amacı ise, Çakallar ve Alpagut köylerinin sınırları içinde kalan, köy halkının “Çan dere” olarak bildiği şelaleler bölgesine ulaşmak. Gecenin en koyu renginde düşüyorum yola. Güneşi, yüzyılların sırlarıyla yüklü bir köyde karşılayacak olmanın heyecanı var içimde. Önce Kemalpaşa'ya ardından Devecikonağı'na temenna edip yönümü Alpagut'a doğru çeviriyorum. Osmanlı akıncı beylerinden Aygut Alp'in dirliği burası. Zamanla bu cengaverin adından mülhem Alpagut olarak anılagelmiş. Bursa'da, Saltanat kapı surlarının gölgesinde medfun olan Timurtaş paşa, bu alperenin has torunu olarak ceddine yıllarca hizmet etmiş. 

Köyün çevresine yeşil atlas misali serilmiş otlakları, uzaktan bakıldığında göğün sükûnetinden yeryüzünün telaşına düşmüş yıldız soluğunu andıran sürüleri, elmas bezeli gerdanlık gibi sıralanmış hâneleri, yerlerin göklerin hâkimine sehâdet eden asırlık minaresiyle kadim camii, meydanında dem be dem şırıltısıyla dağın türküsünü dinleten sebili ile bu köy, asude zamanların bekçisi olarak hâlâ capcanlı olarak ayakta durmaktadır. Güneşin ilk ışıkları Osmanlı yadigârı çınarın dağınık başında hârelendiğinde sokakların aşinası ayaklar da bildik adımlarla tek tek belirmeye başlıyor. Oğuz Türkmenlerinin  torunu bu simalar, cedleri gibi yaşadıkları toprağa yakışır mütevazilikte dimdik karşımdalar. Türk'ün mizacında her asır mevcut olan misafire hizmet düsturu, burada tebessüm harcında karılıyor. Yolu düşüne hizmete, içten ve samimi halleriyle başlıyorlar. Semaver koynunda demlenen sohbetler, bir bardak çay olup içinize oradan ruhunuza işliyor.

Önümde 6 km’lik bir yürüyüş parkuru var. Kayın ağaçlarının hükmettiği orman içinde peri izi patikadan ilerliyorum. Mevsime inat aydınlık ve ılık hava keyfimi ikiye katlıyor. Yaklaşık 2 km sonra patika, yaylanın geniş yoluna bağlanıyor. Artık Çan dereye kadar, gökyüzünün yalnızlığına yârenlik eden kayınların kortejinde bu yoldan ilerleyeceğim. Hazan renkli yaprakların ayak altına düşmenin hüznüyle attığı feryatlar çıtırdarken her adımım beni, doğanın ruhuna biraz daha yaklaştırıyor. Vadinin göğsünden havalanan rüzgar, yüzüme nemli bir serinlikle çarptığında anlıyorum ki ormanın nazlı dilberiyle tanışma vakti geldi. Önce nefesini bahşeden, ardından işveli sesini aşikar eden Çan dere berrak ve coşkun haliyle bayramlıklarını donanmış karşıma çıkıveriyor. Yosun yeşili örtüler içinde dev başı kayalardan sekerek, koyaklarda soluklanıp düzde cilveli süzülerek, sonra ürkek ceylan telaşıyla hızlanıp derince bir yardan kendini boşluğa bırakarak akıp giden; dokunduğu toprağı hayat ile bezeyen bu dere, yüzlerce yıllık hikayesi dimağında barındırıyor.

Yatağının ufkuna doğru baktığınızda alplerin at kişnemelerini, kılıç şakırtılarını, kurt sesli naralarını duyar gibi olursunuz. Bugün insan izinden eser olmasa da bu coğrafya; nice kahramanların, nice aşkların, nice ihanetin tanığı olmuş. Yolunuz Çan derenin yamacına düşerse, gözlerinizi kapatın ve onun serencamını dinleyin. O an, eski bir masalın sıcacık meltemini hissedecek ve tüyleriniz diken diken olacak. 

İnsanın dünya serüveninde yegane dayanağını doğa olmuş. Beslemiş, saklamış, ulaştırmış. Onun için toprağa düşmüş, yeri gelmiş kor ateşlerde yanmış. Ne bir ah etmiş ne de bir merhamet beklemiş. İnsanoğlu görmezden gelse de, o hafızasına her şeyi kaydetmiş. Vakit tamam olduğunda bu eski dost, kendisine ait olanı geri almasını hep bilmiş. Velhasıl doğa, insana rağmen insanın tarihini ve talihini şekillendiren, not eden ve dahi yok eden tek şahidimiz olmuş.
Doğayla dost olun, takipte kalın. @mavikedi35 

Arif Kevenoğlu