Yalova’nın cennet düşü; Dipsiz Göl
“Fanî ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır; târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ
Artık bu dağdağa ile uğuldar deniz ve dağ.”
Yahya Kemal “Sonbahar” adlı şiirinde böyle betimliyor güz mevsimini. Günlerin hazinleştiği, vedâların ulvileştiği demdir artık. Tabiatın paletine hükmeden yeşil yerini sarının hâkimiyetine bırakır. Kuşun yuvasına, yaprağın dalına, göğün maviye, toprağın güneşe hasreti başlar. Bu sebeptendir ki, hazândan hüzne dönüktür yüzü.
Bu hafta sonbaharın hırkasında sessiz sedasız kışa hazırlanan Yalova’nın cennet köşesi Dipsiz Göl'deyiz. Şehrin keşmekeşinden uzakta güz dönümünün tablosunda kaybolmak için iki günlük bir kamp programı yaptım. Kamp malzemelerimi hazırlayıp düşüyorum yola. Gemlik'ten sonra Orhan Veli'nin dizelerine renk veren deniz eşlik ediyor yol boyunca. Mavinin gerdanında birer inci tanesi gibi sıralanmış Kumla'yı, Narlı'yı ve Kapaklı'yı geçip dağın sırtına doğru tırmanmaya başlıyorum. Suyun sultanlığından yeşilin saltanatına yol alıyorum. Her mevsimin, değişmez duruşuyla mutlak galibi çam ağaçlarının heyetiyle gölgelediği asfalt yolun ilk durağı Delmece yaylası olacak. Zamanın teğet geçtiği, sükûnetin diyarı iki küçük yayla köyü Hayriye ve Selimiye'yi selamlayıp devam ediyorum. Yükselti arttıkça sadeliğiyle alımlı kayınlar belirmeye başlıyor. Güzün renk cümbüşüyle şenliklenen bu asırlık yerliler, gelip geçen yolculara tebessüm lütfediyor. 620 metrede Delmece yaylası ağırlıyor beni. Etrafını çit gibi çeviren çam ormanının orta yerinde, geniş merası, gürbüz hayvan sürüleri, berrak ve leziz suları, ormanın feda ettiği çocuklarının hayat verdiği evleri, ferah havası ile kudret elinin hüneri olarak duruyor. Buradan hemen sonra Karlık yaylasına ayrılan yol başlıyor. Dipsiz göl ise sağa doğru inişe geçen tarafta. Kayın ve gürgenlerin kol kola sıralandığı yoldan aşağı doğru ilerledikçe “Güzün yüzü solgundur.” Diyen şairin haksız olduğuna kanaât getiriyorum. Hiçbir mevsimde bunca renk skalasını bir arada göremezsiniz. Tazeliğiyle yeşil, cazibesiyle kırmızı, efkârıyla sarı, kararsızlığı ile turuncu...
570 metreye indiğimde Dipsiz Göl tabelası varışımı müjdeliyor. Hazan yapraklarından halı döşemiş yoluna, konuklarını hoş etmek için. Etrafını çevreleyen kayın ve gürgenleri renkten renge boyamış, yeşil sularında son yazın izleri dururken sonbahara hazırlanmış.
Hemen kıyısına kuruyorum çadırımı. Sırtımı ormana, yüzümü gölün aynalı sularına veriyorum. Gün geceye dönerken, önümde rüzgar ile titreşen göl, etrafım güz şenliği orman, üstümde yaz yadigârı yıldız bezeli pırıl pırıl gökyüzü akşam yemeğime eşlik ediyor. Kamp ateşinin güven veren sıcaklığı, yüzümde ışıklanıp, korkuları gölgelerken, şehirden kilometrelerce uzakta, denizden metrelerce yükseklikte, hâzâna sevdalı bir orman gecenin gece olduğu bir karanlığı yaşıyor. Büyük kentlerin yaldızlı yüzüyle insanı huzursuz eden varlığına karşılık; ışıl ışıl renklenen tabiatın sahtelikten uzak, yalın güzelliği insanın bedenini aşıp ruhuna dokunmayı başarıyor.
Tertemiz orman sabahına uyanmak, her nefeste huzuru solumak tarifsiz. İçtiğiniz dağ suyunun lezzetini, yediğiniz lokmanın kıymetini, aldığınız nefesin hikmetini, yaratılışın mucizesini fark etmenin şükrünü doğada olanlar hakkını vererek anlıyor sanırım.
Kahvaltının ardından Dipsiz Göl'ün güzelliklerini keşfetmek için yürüyüşe çıkıyorum. Her adımda yaprak kurusu çıtırtılar sessizliği bozan nağmeler oluyor. Göl kıyısını fır dolanan patikanın bir ucu, gölü besleyen “Maymun Şelalesi”ne çıkıyor. Üzerinde büyümüş yosun kümesi, yardan aşağı uzanan kayalarda oluşan göze benzeyen çukurları ile tarih öncesinde fosilleşen devasa bir gorilin kafatasını andıran bu şelalesinin fonu, üzerinden göz yaşı misali dökülen sularıyla insanı büyülüyor. Gölün diğer ucundan kendine yol bulan dingin sular, 20 metre aşağıda şelalelenip bu şölene eşlik ediyor. Suyun hükmettiği bu coğrafya, onunla serpilip büyümüş ormanı, bereketli toprağı, sesiyle gece gündüz raks edip coşan kuşları, yosun bürümüş kayıtları, her yaprağında ayrı bir renk sofrası kurmayı başarması, dört bir yandan üzerinize patlayan havası ile doğa severlerin listesindeki kırmızı elmas olmayı hak ediyor.
Doğanın kendini dünya zamanına uydurabilme yeteneği, aynı zamanda onun dünyayı güzelleştiren hüneri. Dışarıdan hantal bir beden gibi görünse de içinde inanılmaz bir hızla dönüp duran hayat var. Bizler, onun cazibesi karşısında hayran ve aciz olacakken, kibrimize mağlup olup onu yok sayan bir yaşam düşlüyoruz. Bırakalım orman bize mevsimleri hatırlatayım, dereler coşa köpüre aksın, göller içinde hayat saklasın...
Doğayla dost olun, takipte kalın.
Yeni rotalarda buluşmak dileğiyle...
@mavikedi35