Kelâmın Hanesi

Kelâmın Hanesi

Bad-ı Saba gönül perdelerini aralamış, kelâmın ıtırlı havası dilhâneye dolmuştu bir kere. Kara çalıların sardığı patikanın sonu, Leyla’nın köyü olmuştu. Zeval hırkasından soyunmuş idi fikir. Baykuşların tüneği virâneler gül bahçesine dönmüş idi. Kelâmın meftûn yazıcıları, gül bedeni divitleriyle ak kağıtlara baharı getirmişti. Söz ikliminin erlerince pür nûr güvercinler uçuruldu dillerden. Andelipler şakıdı gülşen kollarında, güzel yüzünün tarifini. Peygamber, sabrında imânı; muzaffer, kılıcında sultanı; âlim, sancısında hakikati; şâir, teşbihinde aşkı; seyyah,hayalinde âlemi; levend, ufkunda ummânı; ermiş, rahlesinde gaybı; çok, sofrasında bereketi; hâkim, vicdanında adâleti anlatır olmuş idi. Zemheri fırtınası dinmiş, cemreler peş peşe düşmüştü. Ses söze; söz kelâma kanat vurmuş; vakit, kitaba âşikâr olmaya varmış idi.

Mahir ellerin gölgesi düştü önce sahife ikindisine. Mürekkep siyahından pür ü pak hikmetler ile süslendi ak yüzü. Mücellitler zerafet libası giydirdi her birine. Gül mevsiminde gül bahçesinden geçirip gül suyu ile yundular bedenini. Kimine telkâri himmetiyle gümüş ve altın nakşedildi; kimine müstesna taşların dîdesi zerk edildi. Bunların cümlesi,kelâm içindi. Onun hatrına kitaba üftadeler,olmazdı ya, paha biçiverdi. Sarraf gönüllü sahaflar, uğruna bir ömür râm ediverdi. 

Ehil mimarlarca taşa hükmedilip, kelâmın bineği kitaba hâneler inşa edildi. Nâdan elinde bîçâre dildârını arayan cilt cilt ilm ve gönül hânendesi bir araya geliverdi. Saf saf olup hakîkatin dervişleri, ateşinde pervane olmaya kapısına vardı. Fesleğen kokan yaz akşamının letafetiyle mecnun etti kendine esrik ruhları. Mağripten Endülüs'e, şimalden bahtı kara Afrika’ya sadâsı okundu. Evvel avâre akan nehir idi kelâm, ona sarnıç oldu. Yeni hep yaptı nihayetinde. Nihan olanı zahir, gece olanı gündüz eyledi. 

Velhasıl kütüphane dendi adına ve o ,bu cihana dünya denen masalın evvelki ve dahi ahirini muhafaza etmek için geldi. 
Arif Kevenoğlu (@mavikedi35)