İznik'in Mücevheri; Sansarak Kanyonu
Doğa, aşk tarafından oluşturulmuş ve hayal gücü ile süslenmiş bir tuvaldir. Her bir fırça darbesinde harikalar yaratılmış, keşfedeni hayretten hayrete savurmuştur. Renklerin en cilvelisi,taşından ağacına kadar her mevsim gönül çelen bir rüya olmuştur onda. En ince detayında dahi gösterişten uzak, sadeliğin ihtişamıyla büyüler hayranlarını.
Bu hafta, asırların izlerini yakut, zümrüt, akik bezeli bedeninde gururla taşıyan, Anadolu'nun ilk Türk başkenti, açık hava müzesi İznik'in gerdanlığı Sansarak Kanyonu'na gidiyoruz.
Gecenin en karanlık vaktinde ıssızlığı yaşamak, sabahı seher vakti karşılamak yolda olmayı sevenler için ortak hazlardan biridir. Keşfetme arzusunun insanı en rahat olduğu anda huzursuz etmesinin doğal sonucu bu. Merak, bilginin cümle kapısıdır nihayetinde!
Bursa’dan 85 km mesafede yer alan, bir eli suda diğeri yemyeşil doruklara uzanan, Anadolu tarihinin önsözü İznik, hâlâ keşfedilmeyi bekleyen sırları, güler yüzlü insanları, kendine has mutfağı, yüzyıllardır rengarenk ışıldayan çinileri, adım başı bir başka çağın şahidi eserleri ile beni hep heyecanlandırmıştır. Bugün onun etrafını sarıp sarmalayan dağın koynunda sessiz sedasız hükmünü süren bir güzelliğin peşindeyim. Merkezden 15 km uzaklıkta yer alan Sansarak köyü ilk durağım olacak. 500 yıllık tarihi ile hem Selçuklu’nun hem de Osmanlı’nın karakolluğunu yapmış bir Türkmen köyü burası. Eski adı “Sarı Kısraklılar” olan bu köy; at yetiştiriciliğinde öyle mahir olmuş ki besleyip terbiye ettikleri atlar hünkârların bineği olmuş. Sefer zamanı akıncı olarak yiğitleşen köy, barış zamanı zanaatı ile şöhret bulmuş. Ahşap oymacılığında ustalaşmalarıyla sarayları, namlı camileri, yalıları taçlandırmışlar yıllarca. Köyün hemen sırtından geçen tarihi İpek yolu ile zenginleşmişler. Bu yolun hem muhafızı hem tüccarı olmuşlar. Başkenti batıdan ve doğudan gelecek saldırılara karşı ilk göğüsleyen set olarak durmuşlar. Gel gelelim,felek hanedâna olduğu kadar bu köye de bir vâdesi olduğunu hatırlatmış zamanı gelince. Bugün ne katar katar kervanların eğleştiği ipek yolu kalmış,ne ahşap güzelliğini anlatacak konaklar ne de kısraklarına talip olacak alperenler. “Sarı Kısraklılar” rütbelerini teker teker kaybedince sanki hatırlanmak istememiş, adını Sansarak olarak değiştirmiş. Geriye şanlı günlerin hikayeleri, yüzlerce yıllık kerpiç ve ahşap evler, Fatiha bekleten ecdat mezarları, ata yadigârı asil duruşları, dinmek bilmeyen vatan sevgileri kalmış. Güneşin henüz uyandığı saatte, yılların yüküyle bir omzu eğri kerpiç kahvehanenin odun ateşinde fokurdayan semaveri karşı konulmaz davetiyle kendine çekiyor beni. Kahveci Hikmet’in ikram ettiği çay, ruha şifâ, bedene cilâ olan cinsten. Yolu düşecek olan bu damak şenliğini yaşamadan dönmesin.
Artık yola koyulma vakti. 4 km ileride beni bekleyen bir şaheser var. Asfalt yolu takip ederken sola kıvrılan patika buluşmanın ilk noktası. Bundan sonra karşısına binekten inip çıkmalı, çünkü bu sultanın saygıyı hak eden bir hükümranlığı var. Patikanın sonunda eski günlerine özlem duyarak, yıkık dökük suyu izleyen değirmen karşılıyor beni. Etrafı kamp için uygun bir alan aynı zamanda. Köylülerin “Kayalı Dere” dedikleri akarsu kanyon boyunca 7 km yol alıp şehre ulaşıyor. Değirmenin sağ tarafından su yönünü takip eden patika, seyyahına sevdalı, incinmesinden ürker gibi ayağının altına her adımda yapraktan şallar seriyor. Gürgen ve meşe ağaçları öyle sıkı fıkı olmuş ki, göğün orda olduğunu biliyor olsanız da size göstermemek için duvaklarını örtmüş gülümsüyor. Kışın yağmur ve kar ile gürleyip coşan dere, adını hak etmek için insan boyu kayaları sürükleyip yatağına taşıyor. Önünüzde beliriveren bir koyak, kanyonla bütünleşmeniz anlamına geliyor. Suya karışmanın, vuslata ermenin vakti bu andır. Patikanın munisliğinden kanyonun hercâiliğine adımı böylece atarsınız. Yarı belinize kadar suyun içinde bir an durup gözlerinizi kapadığınızda, doğayla bir olduğunuzu hissedersiniz. Berrak suyun durmadan akıp giden mizacında nasıl taze kaldığını ancak o zaman anlarsınız. Hareket halinde olmanın yaşamı da canlı kıldığına o an mânâ verirsiniz. Sizi kendine çeken, cazibeli bu dilber nazıyla büyüler. Onun bu şen şakrak haline kaptırıverirsiniz kendinizi. Kanyon boyunca önünüze çıkan engelleri, onunla düğüne gider gibi aşarsınız. Sonunda bu cümbüş asıl gösteriye ulaştırır. Ejderha bedeni kayaların başından bayram çocuğu neşesiyle dökülen şelaleye ...
Artık fener alayının içinden kıyıya çıkıp bir fincan kahvenin yarenliğinde suyun resitalini seyre dalma vaktidir. Velhasıl Sansarak kanyonu, suyun en fiyakalı hallerindendir.
“Tabiatın tercümana ihtiyacı yoktur; onun güzelliğini anlamak için açık bir ruh yeter.” der, Kari Better. Bizim ona bakışımız, hayata karşı duruşumuz kadar. Var oluşun hikmetini ne kadar kavrayabildiysek, o kadar varız onun yanında. Suyun tadını, havanın kokusunu, taşın sertliğini, toprağın cömertliğini, ağacın bereketini fark edebiliyorsak, kendimizi de bulmuşuz demektir. Doğa bizim has bahçemizdir; kabuklarımızdan çıkıp orada olmak kızıl elmamızdır.
Doğayla dost olun, takipte kalın. @mavikedi35