Bursa'nın Mahçup Güzeli; Kösehoroz
Bursa'nın Mahçup Güzeli; Kösehoroz

Bursa'nın Mahçup Güzeli; Kösehoroz


Tabiatın rahlesinden geçmiş insanın ruhundaki rafine nezaket, modern şehir hayatı süren neslin yedi iklim yabancılaştığı bir tavır. Oysaki, doğanın hassas düzeni  bizim de şirazemizi ayar edecek güçte. Yaşam dengemizi mizanına oturtmamızın en sevimli yolu, yeşilin ve mavinin varlığında bir olmaktır. 
Bu hafta Türklüğün akıncı sesi, bereketli sularında her gün yeni bir senfoni sahneleyen Kösehoroz'dayız. Günün erken saatinde Bilal Beki ve Coşkun Dere yârenlerimle düşüyorum yola. Bursa merkeze 107 km'lik hasreti olan 700 yıllık bir ecdad yurduna varacak olmanın heyecanı gönül coğrafyamıza şimdiden bahar getiriyor. Kat ettiğimiz her mesafede sohbetin lezzetine, bozkırdan dört nala koşan alplerin gür naraları karışıyor. Nitekim Mustafa Kemalpaşa'nın Kirmasti olduğu Hitit çağından, Türk ve Müslüman kimliği kazandığı asra dek omuzlarına apolet eylediği medeniyet izleri, yüzündeki kıvrımlarında yürüyenler için hayret hırkasını kuşanmak demek. Biz de bu hazzın  taliplisi olarak pür heyecan yol alıyoruz. 
İlçeye vardıktan sonra Kemalpaşa çayının yoldaşlığında Devecikonağı istikametine sapıyoruz. Burası 93 harbinden göçüp anavatanın şefkatine koşan muhacirlerin kurduğu bir yerleşim. Selçuklu kalıntıları üzerine inşa ettikleri bu köy, zamanla gelişmiş Bursa-Balıkesir arası mal taşıyan deve kervanlarının konakladığı yer olmuş. İsmi de buradan gelmiş. Bugün bucak merkezi olan Devecikonağı, Kösehoroz'la birlikte 19 köyün hamisi konumunda. 22 km'nin sonunda Kösehoroz'dayız. Bölgemizde Oğuz Türklerinin kurduğu en eski yerleşim yerinin eşiğinde durup, göz erimi alabildiğine uzanan ovaya bakınca kılıç şakırtılarının boz atların kişnemelerine karıştığı kutlu zamanları görür gibi oluyoruz. 
Bizi buraya çeken bir başka  şey ise, Bursa’nın en büyük şelalelerinden birinin varlığı. Bunun için önce köy meydanına varıp hakkında bilgi almak ve konumunu belirlemek istiyoruz. Arnavut kaldırımı iri taşların üzerinde çalkalanarak, kerpicin ve ahşabın sevdasıyla bütünlenmiş evlerin gözünden geçerek caminin olduğu alana varıyoruz. Burada bizi ilk karşılayan,  yüzünde asırların yadigarı tebessümü ile köyün tek bakkalı İhsan abi oluyor. Bu andan sonra kendimizi , dükkanındaki sobanın başında tenimizle bir ruhumuzu da ısıtan meşe kokulu sıcaklıkta, elimizde kaynak suyunun taravetinde demlenmiş çay, dilimizde aynı kanın çocuklarına yakışır edeple kavrulmuş sohbetin samimiyetinde buluyoruz. Katıksız Oğuz Türkünün kılık değiştirse de özünü muhafaza eden cömertliği, hoş sohbeti, misafirperverliği, samimiyeti buralarda, hem de bu yüzyılda, en doğal haliyle yaşanmaya  devam ediyor. 
Rivayet o ki,  Orhan Bey, Bursa ve çevresini fethettikten sonra bölgeye Türk ve Müslüman asaletini kazandırmak için yeni yerleşimler kurulmasını emretmiş. Akıncı beylerinden Sarıca Bey'in  gönlü tam da bu devirde bir güzele akıvermiş. Cenkten cenge koşup yiğitliğiyle şöhret kazansa da aşk yolunda acemi neferden gayrısı değilmiş. Karasi Beyliği’nin torunlarından bu gül goncası da, Sarıca Alp'in çabalarına gülüp geçermiş. Günler günleri,aylar yılları kovalamış. Sarıca yiğit sevdasının ateşinde pervaneye dönmüş. Sonunda haline acıyan afet-i devran insafa gelip şart koşasıymış: “ Nice kuru sopayı ağaç eder isen, sana varırım.” Demiş. Bir umut belirince, adamlarını tez elden dört bucağa salmış Sarıca Bey. Bereketiyle kuru sopayı ağaç edecek toprak bulun, demiş. Nihayetinde müjdeli haberi vermişler beylerine: “ Altı bal üstü yemiş; suları vardır ki lokman soluğudur.” Demişler. 40 sopa diktirmiş gönlünün efendisi için. 40 gün geçince her biri yeşil yeşil nefeslenmiş. Ulaklar tozu dumana katıp ağalara, beylere haber salmış. Düğün dernek kurulmuş. Sarıca Alp'in düğünü dillere destan olmuş. 40 fidanın yurdunu da gönül çelen dilberine çeyizlik vermiş. O günden sonra buraya “ Köse Arız” denilmiş.  Bundan kasıt “Güzel Gelin” imiş. 
Bu isim sonradan işgüzar bir görevli tarafından “Kösehoroz” a döndürülmüş ki köyün halen kanayan yarasıdır. 
Köyden 600 metre uzaklıkta yer alan suyun festivaline çeviriyoruz yönümüzü. Aslında bizi bekleyen, bölgenin en heybetli çağlayanı. Tırnova köyüne giden asfalt yoldan kayın ormanının içine uzanan patikaya girdikten sonra 1 km’lik alan devasa bedenlerin gölgesinde geçiyor. Ormanın kendine ait orkestrasının sunduğu ziyafet bedenimizi aşıp ruhumuza sirayet ediyor.  Bu cümbüşün içine, bir süre sonra Değirmen dere şuh sularıyla katılıyor. Bu aynı zamanda suyun bindallısına yaklaştığımıza işaret. İkinci çoban çeşmesinin sağından ince,narin bir dal gibi uzanan keçi yolunda suyun ıslığı artık en yüksek tondan duyuluyor. Sadece 10 dk sonra mağrur ve muzaffer komutan edasıyla duran, tüm serencamını başından aşırdığı ak köpüklü sularıyla anlatan 18 metrelik bir abide karşılıyor bizi. Burası Kösehoroz Şelalesi....
Döküldükten sonra 100 metrelik bir havuzda dinlenen sular, bundan sonra dinginleşerek macerasına devam ediyor. Dağ doruğundan kanatlanıp gelen esintilerse, şelalenin bedeninden havalandırdığı damlacıklarla yüzümüze buseler konduruyor. Bu muhteşem manzaranın insanı hayrete düşüren kusursuzluğu, nefesimizi kesiyor. Yol boyunca edilen sohbetin diyeti bu anda ortak bir sükunet olarak ödeniyor. Burası, sözün tahtına gözün oturduğu ender bir güzelliktir. 
Zihinimizi yenileyen, bedenimizi kuvvetlendiren, ruhumuzu sakinleştiren her eylemin hayatımızı anlamlı kıldığı bir hakikat. Doğanın kanunları ise tüm bunları gönlümüzce yaşayabileceğimiz hür ortamı bize sunuyor. Sağlıklı olmak, beden ve ruh uyumuysa eğer,bunu sağlayan terazi tabiattır. 
Doğayla dost olun, takipte kalın...
Arif Kevenoğlu

Instagram:@arifkevenuoglu