YOL ÖĞRETİLERİ - (ÇIKIŞ)

YOL ÖĞRETİLERİ - (ÇIKIŞ)

“insanı Yücelten Arama Arzusunun Büyüklüğüdür.”
İçimizdeki bizi, harekete geçirmek isteyen bir cevher var. Yayı kurulmuş ok misali tetikte ve âmâde. Tek bir hamle, tek bir adım yetecek yuvasından kanatlanıp uçmasına. Uyuyakalan nehirlerimizi coşkun günlerine kavuşturacak şey ,  yola olan arzumuzdur. Onu vahşi renginden tanırsınız. Kulağı aşıp kalbe sinen sesinden. Ne kadar büyükse o kadar tekinsiz kılar sizi, sıkışıp kaldığınız hayata. Her an çelik kafesini parçalayacak bir kartaldır artık ruhunuz. Peki sizin de var mı böyle bir arzunuz?...

“Hayat Varılacak Yer Değil, Yolculuktur.”
İnsan sabit kadem bir varlık olmadı hiç. Yaratıldığı günden beri hep merak etti. İflah olmaz bir maceraperestti. Yerleşik olmaktan çok yeniye hasret, amansız bir kaşif; yolu yoldaş edinmiş uslanmaz bir seyyahtı. Etrafınıza bakıp da pergel misali bir ayağı hareketsiz, diğeri fır dolayı olanlara aldanmayın sakın. İlhamını kaybetmiş bir şair kadar umutsuz ve ömür fakiridir onlar. Ve dahi bilin ki; yolunu yitirmiş olan yol gösteremez. 

“Açılmamış Kanatların Büyüklüğünü Kimse Bilemez.”
Konforumuzun dışına çıkacak gücümüz var mı? Ya da şöyle sorayım: “Çalışıp, zaman ve para harcayıp inşa ettiğimiz konforumuzu kaybedersek ne olur? Ev, araba, eşyalar... Kullandığımız bunca şeyin tam anlamıyla sahibi bile değilken, mizacımızı reddedip, ateşiyle sarhoş olduğumuz çağın, meftunu olmak neden? Ne kadar çok şeye sahipsek o kadar prangamız oluyor. Sadeliğin asilliği sinmiş suretlerin siretlerine ( ruhlarına) olan ahengi bizi hem büyülüyor hem de hayrete düşürüyor. Nasıl olur da bunca şeyden mahrum kalarak gülümseyebilir, yeni güne umut besleyebilir, geleceğe dair hayal kurabilirler? Modern çağın topal zihinleri bunu idrak edemiyor. Oysaki bizi mutlu eden şeyin, biriktirmek değil pay etmek, kavga değil sevmek, somurtmak değil gülümsemek, karamsarlık değil umut etmek olduğunu bildikleri için öyleler. Nihayetinde insan, maddenin üstünde bir varlık değil midir sizce de? 

“Esir Olduğun Şeyin Büyüklüğü Kadar Özgürsün.”
Bağlanmak, ait olmak güven duygusunu doğuran kavramlar. Bir topluluğa, bir fikre, bir topluma bağlı ve ait hissetmek, diğer topluluklara ve bireylere karşı bize kimlik ve konum kazandırır. Sonunda ise, neye, kime aitsek ona dönüşürüz. Düşüncelerimizi, sınırlarımızı, hislerimizi hatta hayallerimizi bile onlar belirler. Bunlar çıkınca da geriye bir ceset kalır,izin verilen alanda özgür olduğunu zanneden. Oysaki eskiler insan için; “Züpde-i âlem” demişler. Küçük dünya, demek. Tekil bir gezegen. Kendine has özellikleri olan varlık. Tüm çevreyi özünde cem eden bir pota. Kendi kararlarını alabilen, kendini tanıyacak yolculuğa çıkabilen bir enerji. Ancak bundan sonra, yücelip yükselen hakikatte özgür olur. Sahi ne kadar özgürsün?

“Uzak Dediğin Önce İnsanın İçinde Birikir; Sonrası Yalnızca Yoldur.”
Kendi yüzüne bakabilen kaç kişiyiz? Yüreğindeki düğümü çözüp bunu yapabilen var mı? Ömrüne hayat katmak isteyen kimler var? İçinde uzaklar birikiyor mu senin de? Hayatımız susuz bırakıldı baksana. Bu şehir, bu sokak, bu evler, bu insanlar öyle sabit ki , kılçık gibi batıyor ruha. Yıldızlar gibi seyyal olacaktık; kaya gibi hareketsiz kaldık. Ufuksuz, heyecansız bir taş kütlesi. Huzursuzluğumuz bundan. Tahammülümüz yok artık. İçimizde bir gurbet filizleniyor, yol bize el veriyorken; sanki yüzyıllar sürse kapanmayacak kadar derin aradaki uçurum. Bize bir hayal bir de kanat lazım şimdi. Telekleri gayretten, umuttan, inançtan renklenmiş. Gerisi kendini uçuruma bırakabilenlerde...
..............
Kelimenin üstünde, cümlenin altındadır, söylediklerim. Yaşam denen burgaçta döner dururuz biteviye. Kendi derininde boğulan ırmak; kendi sıcağında kavrulan çöl olamayız biz. Kabuğumuzu kırmak, duvarları yıkmak, yolda olmak zorundayız. İçimize doğru, dışımıza doğru; maddeden manaya, manadan varlığa uzanan bir yolculuk bahsettiğim.  Tabiatın ilahi nizamında yazılmış, her canlının özünde saklı tohumu yeşertmekten söz ediyorum. Ne mutlu kutlu yolda olanlara.. Artık tüm insanlık için yolculuk başlıyor.

   Arif Kevenoğlu