Uludağ'ın Mahremi; Saklı Göl
Uludağ'ın Mahremi; Saklı Göl

Uludağ'ın Mahremi; Saklı Göl

“ Yalnızlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır,
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım.”
Attila İlhan'ın dizelerinde yalnızlık, dağların yerlisidir. Oysaki insanoğlu ezelden beri sırtını hep ona dayamıştır. Damarlarından akıp gelen serin sularını içmiş, yaylalarından besili hayvanlar devşirmiş, gövdesinde izler açıp uzakları yakın etmiş, ak başında kışı, çiçeğinde baharı, hüznünde hâzânı, zirvesinde yazı bilmiş. Fakat bir gün olsun insanlık, onun nâzenin ruhunu okşamayı düşünmemiş. Bu sebeptendir ki dağlar, yeryüzünün en kalabalık yalnızıdır.

Bu hafta Bursa'nın muhafızı Uludağ'ın, kusursuz güzelliği ile ziyaretçilerini büyüleyen mahçup prensesi Saklı Göl'deyiz.Sabahın emaneti henüz teslim aldığı vakitte düşüyorum yola. Sonbaharın serin esintisi dalı yaprağa gurbet eylerken, gecenin mahmur tülü dağın doruğunda nazlanıyor hâlâ... Üzerinde yürüdüğüm yol, kavislenerek dağın eteğini fırfırlıyor. Son ağaç kümesini geçtikten sonra heybemde azığım, içimde tutkum, önümde her biri , bir öncekinden yüksek zirveler ile baş başa kalıyorum.  Rasat tepenin altına kadar misafirlerini hem heybetine hem havasına alıştırmak için mülayim bir yokuş ile karşılıyor Uludağ. Bu onun mizacıdır. Kocaman bedeninde hassas kalp taşıyanlara özgü bir şefkatle yaklaşır konuklarına. Eli de açıktır. Yol boyu bereketli gözelerinden tertemiz sularını akıtır, can yongası havasını saçar dört bir yana.

Bu noktadan sonra “kapı” denilen rotadan tırmanışa geçiyorum. Bir nefeslik dönüp alaçam ormanlarına baktığımda, bulutların ulu dervişin ak sakalları misali tüm ufku kapladığını görüyorum. Şehirde asla şahit olamayacağınız bir haz anı bu. Karaçukur inişine kadar bu manzara yoldaşım olacak. Kendinizi şanslı veya seçilmiş hissetmeniz için mucize beklemenize gerek yok. Hayatın değerli olduğunu bilmeniz, size sunulanı fark etmeniz yeterli bunun için.

Tırmanışa başladıktan 2 km sonra Karaçukur'a inen patika başlıyor. Parçalanmış kayaların meskeni bu keçi yolu, dik eğimiyle riskli olsa da hemen aşağıda Güvercinlik deresinin menderesler çizerek akıp gittiği Karaçukur, Rönesans tablosu misali sıcak renkleriyle arz-ı endâm ediyor. 2000 metreden doğup çocuk neşesiyle çağıldayan Güvercinlik deresi  Saitabad köyünde, yaşadığı serencamı anlatmak için gürleyerek coşuyor ve o seyrine doyum olmaz şelale oluveriyor. Karaçukur'un hemen dibinden yükselen kayalıklar, sert rüzgarların perdesi olduğundan kampçılar için de vazgeçilmez duraklardan biri.

Dere yatağını takip ederek zirveye doğru yükselmeye devam ediyorum. Dört bir yanı çevreleyen sarp kaya duvarları arasında, şehirden kilometrelerce uzakta bir gizin peşine düştüğüm şu anda dağın taşıyla, suyuyla, neşesi, hüznü, bir başınalığı ile nefes aldığını duyabiliyorum. Günlük telaşların peşinde kayıp giden zaman bile burada sakinleşmiş, yolunu bulmuş. 100 metrelik dik yamacın sonunda Kırkpınar deresinin gözesi bekliyor. 2200 metrede dünyaya merhaba diyen bu suyun ardında çağların birikimi var. Burası aynı zamanda bilenler için Saklı gölün ayak sesi. Dağın kırkıncı odasına girmek üzereyim artık. Buzul çağından beri biriktiği çukurda mütevazı haliyle göğün kardeşine ulaşmak üzereyim. Bu onunla ikinci buluşmamız olacak. Yine aynı heyecanı duyuyor, yine onu merak ediyorum. Bir arada kışın beyazını, yazın ateşini, baharın şenliğini yaşayan Kilimli, Nazlı, Aynalı ve Kara gölü düşününce, Saklı göl bana hep Yıldırım Beyazıt'ı hatırlatıyor;  Tophane'nin, Muradiye'nin sultan makamlarından uzakta vakûr ve sessiz edebî uykusundaki koca sultanı. Şimdi göller bölgesinin iltifatlara gark olmuş kalabalığından uzakta, berrak sularına düşen zirvenin yüzü, onu çepeçevre saran devasa kaya blokları, hangi çağın buzulundan süzdüğü bilinmez sırlı suları ile Uludağ'ın en mukaddes göz bebeğinden birine bakıyorum. Dağın sırtından dört nala akıp gelen soğuk rüzgarda titreyen bedeni ile mitolojik bir varlık gibi duruyor. Bu ıssız coğrafyayı sevimliliği ile ısıtıyor. Velhasıl-ı kelam Saklı göl, mahremiyetini bozmayacak, sükûnetini kesmeyecek, sırrını ifşâ etmeyecek gönüllerce fark edilecek bir masal perisidir.

Eşref-i mahlukât olan insan, dünyaya hükmetmeye başladığından beri hâkim olma telaşında. Oysaki yaratılan her bir varlık aynı zamanda kendimizi keşfetmemiz için birer pusula bize. Sahip olduğumuz bilgi, edindiğimiz hüner doğada gizli de olsa zaten mevcut. Orada sanatın, sözün, sesin, rengin, taşın dili yüzyıllardır efsunlu hikayelerini anlatıp duruyor. Duyana, anlayana...
Doğayla dost olun, takipte kalın. @mavikedi35