KAYTIS BOLDI
Sözcüklerimi avadanlığın zarif kutularındaki kuş tüyü uykusundan uyandırdım. Her biri en naif, en bıçkın manalarını kuşandı kalemim için. Afilli reveranslar eşliğinde aldılar yerlerini. Benim söyleyecek sözüm; onlarınsa duyulmaya layık billur sesleri vardı. İkimizde hürriyetin mavisine hasrettik.
...
İçimde kaynayıp katranlaşan, önce akışıp sonra taşlaşan boşluğu tanımlamam için muhtacım onlara aslında. Bu boşluk her ne için ise ve bir adı olacaksa kırkıncı kapıyı açmam gerek biliyorum. İçeri de cellad mezatı da olabilir, ab-ı hayat pınarı da. “Kendini kendinde ara.” Diyen kadim bilgeler haklı. Bütün giz özümüzde. O vakit eşiğe varılacak, adı her ne ise çağrılacak efsunlu diyarından hakikatin yurduna. Vasata mecbur kalmamak için gelmeli zira. Rutinin dişlilerini parçalamak; huzursuz ruha sükunet bahşetmek için gelmeli. Theodor Adomo, “Bu dünyanın insanı ürküten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür.” der. Geride hurda bir hayat bırakmamak için gelmeli.
Şatafatın yıldızlarını yakmalı gelir gelmez. Sadeliğin zerafetini parlatmalı. Ham gürültünün tozunu, serin sessizlik ile dağıtmalı. Sesi iskelete döndüren demir gemleri kırıp atmalı. Zehirli çağın karanlığına, meşale adamlar bırakmalı... Tıpkı John Keating gibi. Hani “Ölü Ozanlar Derneği”nin aykırı İngilizce öğretmeni. Aklıma kazınan bir repliği var: “ Hayatınızı olağanüstü yapın.”. Ne derin bir cümle. Doğru analiz eden sırrına vakıf olur. Çünkü düşünceler ve onları somutlaştıran kelimeler bizim olağanüstü tarafımız. Sırf bu yüzden ısrar ediyordu Bay Keating: “ Kim ne derse desin, kelimeler ve fikirler dünyayı değiştirebilir.”
....
Kırkıncı kapının eşiğindeyim şimdi. Kulağımı bin yıllık akçaağaç bedeninin süslü cesedine dayamış içeriyi dinliyorum. Kendime ulaşmak için önümde tek engele yaslanmışken;arsız, doyumsuz konforum Hades’in üç başlı cehennem köpeği olmuş pusuda bekliyor.
...
“Aslolan ömrümüzden hayat yapabilmek.” diyor Murathan Mungan. Güzel yaşamak sanattır nihayetinde. Payımıza sanatkârlık düştüyse ne âlâ. Ya aksi durumda halimiz ne ola?!!!
...
Elimi kapının aslan başlı gümüş grisine daldırıyorum. Berrak bir aydınlık parmak uçlarımdan hayallerime yayılıyor. İhtiyar kapı heybetli cüssesiyle aralanıyor. Göz kamaştıran bir ışık yalazlanıyor. Gürül gürül bir mavilik boşalıyor ardından. Haznemdeki kelimelerin omuz başlarında leylak rengi örtüsü kır bahçesi olmuş taht, üzerinde zümrüt yeşili tacından ışıltılar saçan Şahmeran elinde tuttuğu su küresi ile arz-ı endam ediyor. O an yüreğimde oluşan düğümleri tebessüm çağlayanları ile çözüyor. Dağ meltemi misali ıtırlı nefesiyle ruhumun en kuytusundan en aşikâr meydanına kadar bayraklaşacak muştunun kuşlarını salıyor.
...
Orta Asya bozkırının asil evladı atalarımız , karanlık zamanların kutlu sabahlarında; dışın baharı, için huzuruna kavuştuğu demde; mavi göğün himmetiyle kara toprak yeşerdiği aralıkta; toy toylayıp soylarını ululadıkları günde, başı dumanlı Altay dağlarından kopan rüzgarı ulak edip “Kaytıs Boldı” nidasını Türk illerine müjdeler imiş. “Geldiği yere geri döndü; çıkmamak üzere dibe girdi.” Demekmiş. İyiliğin kötülüğe galebe çaldığının sancağı olarak dilden dile dalgalanmış bu söz. Ve dahi çağlar boyu nurlu yarınların nişanesi olmuş.
...
Kırkıncı kapısını açanlar, bülbül rüyasından sultana varanlar, zincirinin acı soğuğundan kurtulanlar,kendini zamanın değirmenine ufalanmaktan koruyanlar... Gün bu gün, dem bu demdir. Ayağa kalkıp, bizi bizden eden ne varsa Chimaera’nın ateşinde yakıp “Kaytıs Boldı” diyelim. Suyun yanağından, karanfilin sürmesinden, karıncanın gölgesinden geçsin müjdesi de demlensin. Sonra, devrin çıkrığında eğrilip ebede kadar insanoğlunun ruhuna giydirilsin. Ve dahi insanlık özünü kapattığı dünyanın müziğini duyar olsun. Selam ile...
Arif Kevenoğlu