Atatürk ve Müzik

Atatürk ve Müzik

Müzik öğretmeni arkadaşımız Derya Kazancı, Atatürk ve müziğe bakışı hakkındaki bu yazıyı, MÜYOBİR (Müzik Yapımcıları Meslek Birliği)'nin sitesinden alıntılayarak paylaşmıştır. 

Mustafa Kemal Atatürk 1930 yılında Emil Ludwig''e, Montesquieu’nün "Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz” sözünü çok doğru bulduğunu belirtmiştir…

Atatürk’ün müzikle ilgili çarpıcı görüşü şu cümleleriyle anlaşılıyor: “Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir.”

Atatürk''ün müzikle ilgisini iki yönlü irdelemek gerekir. Herkes gibi bir müziksever olarak Atatürk; Klasik Türk Müziği, Halk Müziği ve Klasik Batı Müziği''ni seven, dinleyen, yer yer söyleyen biridir. Ancak "Devlet adamı ve toplum Önderi Atatürkün müziğe bakışı eleştirel, yenilikçi ve devrimcidir. Devlet adamı Atatürk, müziği; yeni Türkiye''nin ve cumhuriyetin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasında önemli bir kültürel unsur olarak görmüştür Atatürk''ün kültür ve sanatla, müzikle ilgili tüm söylemlerinde çağdaş uygarlık seviyesinin yakalanması amacı vurgulanmıştır.

SANAT VE SANATÇI TANIMI
Devlet adamı ve bir müziksever boyutları birbirinden ayrılmadan Atatürk''ün müziğe bakış açısının sağlıklı değerlendirilmesi pek mümkün değildir. Bu nedenledir ki uzunca yıllar belli çevrelerce Atatürk; alaturka ve halk müziğini tercih etmeyen, öte yanda Batı müziğine çok fazla destek veren bir devlet adamı gibi nitelendirilmiştir. Atatürk''ün alaturka ve halk müziği sevgisini bilmeyen ve onu körü körüne Batı müziği destekçisi gibi gören, göstermeye çalışan yaklaşımlar günümüzde de vardır, müziğe niçin önem verdiğini; 1930''da Alman gazeteci Emil Ludvvig’e, Montesqieu''nün "Bir milletin musikİciliktekİ meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz" sözünü çok doğru bulduğunu ifade ederek anlatmıştır. Atatürk değişim ve müzik arasında kurduğu bağı da 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM''yi açış nutkunda şu şekilde ifade etmiştir: "Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”

Atatürk 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu''nu ziyaret etmiştir. Bu ziyaretinde öğrenciler Atatürk''e "Hayatta musiki lazım mıdır?" diye sormuşlardır. Atatürk"ün, öğrencilerin sorusuna verdiği cevap şu olmuştur: ‘"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikîdir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev''i şayan-ı mütalaadır." Atatürk sanatı "Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir; nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur." Sanatçıyı da "Sanatkar, toplumda uzun uğraş ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır" şeklinde tanımlamıştır. "Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz" ve "Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur” sözleri Atatürk''ün çağdaş uygarlıkta sanatı olmazsa olmaz koşul gördüğünün açık ifadesidir.

Atatürk, müzik eğitimi almadı. Buna rağmen Atatürk''ü tanıyanlar ve O''nun müzikle ilgisine şahit olanlar Atatürk''ün Klasik Türk Müziği makamlarını bildiğini, bazı alaturka şarkı ve türküleri başarılı şekilde söylediğini aktarmışlardır. Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde Atatürk''ün halk müziği ve alaturka merakını şöyle anlatmaktadır; "Mustafa Kemal yalnız Rumeli türkülerini mat sesi iİe güzel ve tatlı söylemekle kalmaz, alaturka müziği, makamlarını da bilirdi. Özellikle Rumeli türkülerini söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşardı. O, vatanı unutmaz, ''kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak seslerini duyar gibi bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, bizim içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi." Ses sanatçısı Mualla Gökçay da hatıralarında Atatürk''ün müzik zevkini şu cümlelerle belirtmektedir:
"Ata umumiyetle Türk Müziği''ni severdi. Ama Rumeli türkülerini her şeye tercih ederdi. Rumeli türkülerini bize bizzat kendisi meşk etmişti. Arada bir ''Konuşur gibi, tane tane okuyun'' diye ihtar ederdi. En sert hocalardan daha titizdi. Müzikten çok anlar, en ufak bir falso ve harayı hemen yakalardı."

EN ÇOK ŞU TÜRKÜLERİ SEVİYORDU
Atabarı, Atladım Bahçene Girdim, Alişimin Kaşları Kare, Ayağına Giymiş Sedef Nalini, Bülbülüm Altın Kafeste, Dağlar Dağlar, Gide Gide Yarenlerim Darıldı, Köşküm Var Deryaya Karşı, Maya Dağdan Kalkan Kazlar, Manastır, Şahane Gözler, Yemenimin Uçları, Zeynep, Pencere Açıldı Bilal Oğlan isimli türkülerin Atatürk tarafından çok sevildiği, sıkça dinlendiği hatta Atatürk''ün bu türküleri bizzat kendisinin de zaman zaman söylediği bilinmektedir. Pencere Açıldı Bilal Oğlan isimli türkü de bizzat Atatütk''ün talimatı ile radyo repertuarına alınmıştır.

Atatürk, 1916 - 1917 yıllarında görevli olarak Diyarbakır''da bulunmuştur. Atatürk''ün Diyarbakır''da yaşadığı dönemde, ikamet ettiği köşke sık sık Celal Güzelses''i davet ettiği, Celal Güzelses''ten türküler dinlediği ve ona bir saat armağan ettiği bizzat Celal Güzelses tarafından ifade edilmiştir. Atatürk, Türk Halk Müziği''ni "Bizim hakiki musikimiz" olarak tanımlamıştır. Atatürk’ün bu sözü O''nun halk müziğine bakışını ve sevgisini özetlemektedir. Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig’le yaptığı görüşme sırasında Ludwig“in Doğu müziğiyle İlgili söz ve görüşlerine itiraz etmiş ve şöyle cevap vermiştir: “Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkından işitilebilir…"

TÜRKÜ DERLEME ÇALIŞMALARI
Atatürk, türkülerin derlenmesine, nota ve kayıt altına alınmasına büyük önem vermiştir. 1 Kasım 1934''de TBMM''yi açış konuşmasında bu yöndeki düşüncesini şu şekilde açıklamıştır:
"Güzel sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim; Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Musikisi''dir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Milli, ince duygulan, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları genel son musiki kaidelerine göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde Türk Millî Musikisi yükselebilir, cihan şümul musikide yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının buna değerince önem vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim." Atatürk, bir yıl sonra 1 Kasım 1935 tarihinde TBMM’yi açarken de halk müziğinin derlenmesi çalışmaları hakkında şu sözleri söylemiştir: “Kültür kıvamımızı yeni ve modern esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz. Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir.”

Halk müziği derlemelerine 1924 yılında başlanmıştır. Derleme konusunda İstanbul Konservatuarı tarafından 1924 yılında derleme anketi yapılmıştır. Daha sonra Seyfettin Asafve Sezai Asaf Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Batı Anadolu''ya derleme çalışmaları için gönderilmiştir. Derlenen türküler 1925 yılında Yurdumuzun Nağmeleri adı altında yayımlanmıştır.
Yine İstanbul Konservatuarı tarafından 1926- 1929 yılları arasında Anadolu''da 4 ayrı derleme çalışması yapılmıştır. 1926-1929 yılları arasında; bu çalışmalarda derlenen ezgiler 15 deftere geçirilmiş, "Halk Türküleri" adı ile yayımlanmıştır. 1929''daki 4. derleme çalışmasında halk oyunlarımızdan az bir bölümü de görüntülü kaydedilmiş, filme alınmıştır.
Derleme çalışmalarının tüm masrafları Devlet ödeneğiyle karşılanmıştır. Bu 4 derleme çalışmasına Konservatuar Müdürü Yusuf Ziya Demircioğlu, Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim, Muhittin Sadık Sadak, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ferruh Arsunar, Abdülkadir İnan katılmışlardır. Daha sonra 1932 yılında İstanbul Konservatuarı, devlet ödeneği almaksızın Halk Bilgisi Derneği uzmanlarının katılımı ile beşinci bir derleme çalışması daha yapmıştır. Atatürk''ün 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935''de bu konuda yaptığı konuşmalardan ve Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulmasından sonra türkülerin derlenmesi çalışmalarına tekrar başlanılmıştır.

Ankara Halkevi 1936 yılında Macar müzikolog ve besteci Bela Bartok''u (1881-1945) Ankara''ya davet etmiştir. Bela Bartok, üç ayrı konferans vermiş, halk müziği derlemelerine katkıda bulunmuş, kendisi de Adana yöresinde derlemeler yaptmıştır. Daha sonra 1937 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü''nün yönetiminde halk müziği derleme çalışmaları yapılmıştır.

10 BİN TÜRKÜ KAYITLARA GEÇTİ
1937 ve 1938''de 2 derleme çalışması daha yapılmıştır.1937 yılında yapılan derleme çalışmasına Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen, Ferit Alnar ve Arif Etikan, 1938 yılında yapılan ikinci derleme çalışmasına Halil Bedii Yönetken, Tahsin Banguoğlu, Ulvi Cemal Erkin, Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Nurullah Taşkıran, Muzaffer Sarısözen, Arif Etikan ve Rıza Yetişen katılmışlardır. Halk müziği derleme çalışmaları Atatürk''ün ölümünden sonra 1953 yılına kadar sürdürülmüş, birkaç il hariç bütün illerde derleme çalışması yapılmıştır. Atatürk''ün destek ve talimatı kapsamında yapılan bu çalışmalarda 10.000''den fazla türkü derlenmiş, kayıtlara geçirilmiştir. Derlenen türkülerden 2000 civarındaki türkü Muzaffer Sarısözen tarafından notaya alınmış ve Yurttan Sesler programında icra edilmiştir.
Bu dönemde halk müziği ve folklor alanında yapılan çalışmalarda 19 Şubat 1932''de Atatürk''ün isteğiyle kurulan halkevlerinin de büyük katkısı olmuştur. Halkevlerinde yapılan çalışmalar yalnızca türkülerle sınırlı kalmamıştır. Halk kültürünün tüm dallarında öğrenim, eğitim, araştırma ve derleme çalışmaları yapılmıştır. Halkevleri halk şairlerinin, ses ve saz sanatçılarının buluştukları, çalıştıkları yerler; bir anlamda halk sanatının atölyeleri olmuştur. Bu dönemde birçok genç bağlama çalmayı, türkü söylemeyi halkevlerinde öğrenmiştir. Halk müziği ve folklorla ilgili pek çok bilgi ve belge de halkevleri dergilerinde ve kitap yayınlarında yayınlanarak bugüne aktarılmıştır.

Atatürk döneminde müzikteki araştırma ve derleme çalışmaları türkülerle sınırlı değildir. 1926''da İstanbul Konservatuar''ında Klasik Türk Müziği Repertuar Tasnif ve Tespit Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurul tarafından 1939 yılına kadar Türk Musikîsinin Klasikleri serisinden 180 şarkının nota ve güftesi ve ayrıca Tasavvuf Musikisinden 6 ciltlik eser düzenlenerek yayımlamıştır.

FARS VE ARAP MÜZİĞİ ETKİSİNE TEPKİ
Atatürk''ün Klasik Türk Müziğine kişisel anlamda büyük ilgisi olduğu açıktır. Ancak alaturkanın icra ediliş biçimine; zaman zaman ritminin yavaşlığına, Fars ve Arap müziği etkisine tepki gösterdiği de aktarılmaktadır. 1925-1930 yılları arasında Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde neyzenlik yapan, Atatürk''ün huzurunda müzik icra eden Burhanettin Ökte Atatürk ile ilgili anılarında şunları söylemektedir: “Atatürk, musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Nazariyatını sordu, İki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik.” Atatürk''ün yakın çevresi O''nun Klasik Batı Müziğini de sevdiğini, dinlemekten hoşlandığını söylemişlerdir. Ancak Atatürk''ün müzik konusundaki tavır ve yaklaşımına tanık olanlar ve döneme ait kaynaklar O''nun kişisel olarak türküleri ve alaturka eserleri çok fazla tercih ettiğini ifade etmektedirler. Atatürk''ün Batı Müziği hayranlığının daha çok; Türk Müziğine Batı Müziği tekniğinin uygulanması, Türk Müziğinin geliştirilmesi amacına yönelik olduğu açıktır. Atatürk''ün Batı Müziği''ne yönelik ilgisi ve Batı Müziği tekniğinin, Batı Müziğinin Türkiye''de öğrenilmesi, yaygınlaşmasına yönelik olarak atılan adımları şöylece özetleyebiliriz: 1924 yılında; İstanbul''daki Muzıka-yı Humayun''un adı Riyaseti-Cumhur Orkestrası olarak değiştirilmiş ve Ankara''ya nakledilmiştir. Aynı yıl Batı Müziği müfredatlı olarak müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musikî Muallim Mektebi açılmıştır.1926''da İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmıştır. Kapatılan bu okulun adı İstanbul Konservatuarı olmuş; daha sonra da şimdiki adı olan İstanbul Belediye Konservatuarı adını almıştır. Başta Cemal Reşit Bey, Ulvi Cemal Erkin, A. Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, H. Ferit Alnar olmak üzere birçok önemli müzik adamı 1927 yılından sonra Avrupa''ya müzik öğrencisi olarak gönderilmiştir. 1936 yılında Alman müzikolog Paul Hindemith''in desteği ile Ankara Devlet Konservatuarı kurulmuştur. Devlet Opera ve Balesinin, Devlet Tiyatrolarının ve Senfoni Orkestrasının kadrolarına alınan sanatçıların büyük bir kısmı Ankara Devlet Konservatuarından yetişmiştir.

8 AYLIK YASAK
Atatürk''ün Türk Müziği ile ilgili yasaklayıcı hiçbir beyanı yoktur. Aksine Türk Müziğinin, tekniğinin geliştirilmesi yönünde sürekli beyanlarda bulunduğu aktarılmaktadır. Ancak tuhaf bir şekilde zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör, Türk Müziği yayınlarını radyodan kaldırmışlardır. Türk Müziğine yönelik bu yasak 8 ay sürmüş, Atatürk''ün emriyle sona ermiştir. Bu dönemde Atatürk''ün Türk Müziğine yönelik söz ve yaklaşımları belli biraydın çevre tarafından çarpıtılmış; Türk Müziği belli çevrelerce aşağılanmaya çalışılmıştır. Bu durum karşısında Atatürk''ün şu sözlerini Vasfi Rıza Zobu anılarında aktarmaktadır: "Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalı’ya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmenin çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkestraları ile çaresi her ne İse. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk''ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Bati milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi,  ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını edemez oldum." Ahmet Cevat Emre, Atatürk''ün Türk Müziği ile ilgili düşünce ve çalışmalarının hatalı yorumlanması nedeni ile "İki şeyde inkılap olmaz: Dilde ve musikide'''' dediğini belirtmiştir...

Kaynak : http://www.muyorbir.org.tr/